Yasin Suresi
Kuran'ın kalbi olarak nitelendirilen Yasin Suresi, Mekke döneminde iner ve 83 ayetten oluşur. Yasin Suresini sesli dinleyin, Türkçe mealini okuyun.
Yâ-sîn Suresi (83 ayet) | |||
يٰسٓۜ Yâ-sîn | ١ | 1 | Yâ-sîn. |
وَالْقُرْاٰنِ الْحَك۪يمِۙ Vel Kur'ân-il hakîm | ٢ | 2-4 | Hikmet dolu Kur'an'a andolsun ki, sen kesinlikle dosdoğru bir yolda yürümek üzere gönderilmiş peygamberlerden birisin. |
اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۙ İnneke leminel murselîn | ٣ | ||
عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ Alâ sırâtin mustakîm | ٤ | ||
تَنْز۪يلَ الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ Tenzîlel azîzirrahîm | ٥ | 5-6 | (Bu kitap) izzeti büyük, rahmeti bol olan Allah tarafından ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde bulunan bir toplumu uyarasın diye indirilmiştir. |
لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اُنْذِرَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ Litunzira kavmen mâ unzire âbâuhum fehum gâfilûn | ٦ | ||
لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلٰٓى اَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ Lekad hakkal kavlu alâ ekserihim fehum lâ yu'minûn | ٧ | 7 | Andolsun ki onların çoğu hakkında o söz (azap) gerçekleşecektir; çünkü onlar iman etmeyecekler. |
اِنَّا جَعَلْنَا ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالاً فَهِيَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ İnnâ cealnâ fî a'nâkihim aglâlen fehiye ilel ezkâni fehum mukmehûn | ٨ | 8 | Biz onların boyunlarına çenelerine kadar dayanan halkalar geçirdik, bu yüzden kafaları yukarı kalkık durmaktadır. |
وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَداًّ وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَداًّ فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ Ve cealnâ min beyni eydîhim sedden ve min galfihim sedden feağşeynâhum fehum lâ yubsirûn | ٩ | 9 | Onların önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik, böylece gözlerini perdeledik; artık görmezler. |
وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ Ve sevâun aleyhim eenzertehum em lem tunzirhum lâ yu'minûn | ١٠ | 10 | Kendilerini uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, asla iman etmezler. |
اِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِۚ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَر۪يمٍ innemâ tunziru menittebazzikra haşiyerrahmâne bilgaybi febeşşirhu bimağfiretiv ve ecrin kerîm | ١١ | 11 | Sen ancak o zikre uyanı ve görmediği halde rahmândan korkanı uyarabilirsin. İşte böylesini hem bir af hem de değerli bir ödülle müjdele. |
اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟ İnnâ nahnu nuhyil mevtâ ve nektubu mâ kaddemû ve âsârehum ve kulle şey'in ahsaynâhu fî imâmin mubîn | ١٢ | 12 | Şüphesiz ölüleri diriltecek olan biziz. Onların gelecek için yaptıkları her şeyi ve bıraktıkları her izi de yazıyoruz; aslında biz her şeyi apaçık bir ana kitaba kaydetmekteyiz. |
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ اِذْ جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ Vadrib lehum meselen ashâbel karyeh. İz câehel murselûn | ١٣ | 13 | Onlara mâlûm şehir halkını örnek göster. Oraya elçiler gelmişti. |
اِذْ اَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ İz erselnâ ileyhi musneyni fekezzebûhumâ fe azzeznâ bisâlisin fekâlû innâ ileykum murselûn | ١٤ | 14 | Biz kendilerine iki kişi göndermiştik ama ikisini de yalancılıkla itham ettiler. Bunun üzerine bir üçüncüyle destekledik. Onlar "Biz size gönderilmiş elçileriz" dediler. |
قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ Kâlû mâ entum illâ beşerun mislunâ vemâ enzelerrahmânu min şey'in in entum illâ tekzibûn | ١٥ | 15 | Diğerleri ise şöyle karşılık verdiler: "Siz de ancak bizler gibi insanlarsınız. Hem rahmân herhangi bir şey indirmiş değil; siz sadece yalan söylüyorsunuz!" |
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ Kâlû rabbunâ ya'lemu innâ ileykum lemurselûn | ١٦ | 16 | "Rabbimiz biliyor ki" dediler, "Biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz. |
وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ Vemâ aleynâ illel belâgul mubîn | ١٧ | 17 | Bize düşen, açıkça tebliğ etmekten ibarettir." |
قَالُٓوا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ Kâlû innâ tetayyernâ bikum lein lem tentehû le nercumennekum vele yemessennekum minnâ azâbun elîm | ١٨ | 18 | (İnkârcılar) şu karşılığı verdiler: "Doğrusu sizin yüzünüzden üzerimize uğursuzluk geldi. Eğer vazgeçmezseniz, biliniz ki sizi taşlayacağız ve tarafımızdan size acı veren bir işkence yapılacaktır." |
قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ Kâlû tâirukum meakum ein zikkirtum bel entum kavmun musrifûn | ١٩ | 19 | Onlar da dediler ki: "Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildi diye öyle mi? Hayır! Siz sınırı aşmış bir topluluksunuz." |
وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ Vecâe min aksalmedineti raculun yes'â kâle yâ kavmittebiul murselîn | ٢٠ | 20 | O sırada şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi; şöyle dedi: "Ey kavmim! Bu elçilere uyun. |
اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ İttebiû men lâ yeselukum ecran ve hum muhtedûn | ٢١ | 21 | Sizden bir ücret istemeyen o kimselere tâbi olun; onlar doğru yoldadırlar. |
وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ Vemâ liye lâ a'budullezî fetarenî ve ileyhi turceûn | ٢٢ | 22 | Hem ne diye beni yaratan ve sizin de dönüp kendisine varacağınız Allah'a kulluk etmeyeyim ki? |
ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا يُنْقِذُونِۚ Eettehizu min dûnihî âliheten in yuridnirrahmânu bi-durrin lâ tuğni annî şefâatuhum şey'en velâ yunkizûn | ٢٣ | 23 | Hiç O'ndan başka mâbudlar edinir miyim! Eğer rahmân bana bir zarar vermek isterse onların şefaati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar. |
اِنّ۪ٓي اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ İnnî izen lefî dalâlin mubîn | ٢٤ | 24 | İşte o takdirde (başka bir tanrı edinirsem) ben apaçık bir sapkınlık içine düşmüş olurum. |
اِنّ۪ٓي اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِۜ İnnî âmentu birabbikum fesmeûn | ٢٥ | 25 | İşte ben rabbinize iman etmiş bulunuyorum; bana kulak verin." |
ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ Kîledhulil cennete, kâle yâleyte kavmî yâ'lemûn | ٢٦ | 26-27 | Ona, "Cennete gir" denildi. "Rabbimin beni bağışladığını ve güzel biçimde ağırlananlardan eylediğini keşke kavmim bilseydi!" dedi. |
بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ Bimâ gaferelî rabbî ve cealenî minel mukremîn | ٢٧ | ||
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى قَوْمِه۪ مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِل۪ينَ Vemâ enzelnâ alâ kavmihî min badihî min cundin minessemâi vemâ kunnâ munzilîn | ٢٨ | 28 | Ondan sonra onun kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz de. |
اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ خَامِدُونَ İn kânet illâ sayhaten vâhideten feizâhum hâmidûn | ٢٩ | 29 | (Cezaları) korkunç bir sesten ibaretti; sönüp gidiverdiler. |
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ Yâ hasreten alel ibâdi mâ ye'tîhim min resûlin illâ kânûbihî yestehziûn | ٣٠ | 30 | O kullara yazıklar olsun! Kendilerine bir peygamber gelmeye görsün, onu mutlaka alaya alırlardı. |
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ اَنَّهُمْ اِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ Elem yerev kem ehleknâ kablehum minel kurûni ennehum ileyhim lâ yerciûn | ٣١ | 31 | Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi ve onların artık kendilerine dönüp gelmediğini görmezler mi! |
وَاِنْ كُلٌّ لَمَّا جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ۟ Ve in kullun lemmâ cemî'un ledeynâ muhdarûn | ٣٢ | 32 | Elbette onların hepsi toplanıp huzurumuza getirilecek. |
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الْاَرْضُ الْمَيْتَةُۚ اَحْيَيْنَاهَا وَاَخْرَجْنَا مِنْهَا حَباًّ فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ Ve âyetun lehumul ardul meytetu ahyeynâhâ ve ahrecnâ minhâ habben fe minhu ye'kulûn | ٣٣ | 33 | Onlar için ölü toprak açık bir kanıttır. Ona can verdik ve ondan taneler çıkardık; işte bundan (ekmek vb. yapıp) yiyorlar. |
وَجَعَلْنَا ف۪يهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا ف۪يهَا مِنَ الْعُيُونِۙ Ve cealnâ fîhâ cennâtin min nahîliv ve a'nâb ve feccernâ fîha minel uyûn | ٣٤ | 34 | Orada nice hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik, içinden sular fışkırttık; |
لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ Liye'kulû min semerihî vemâ amilethu eydîhim efelâ yeşkurûn | ٣٥ | 35 | Onun ürünlerinden ve kendi elleriyle ürettiklerinden yesinler diye. Hâlâ şükretmeyecekler mi? |
سُبْحَانَ الَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ Subhânnellezî halekal ezvâce kullehâ mimmâ tunbitul ardu ve min enfusihim ve mimmâ lâ ya'lemûn | ٣٦ | 36 | Toprağın bitirdiklerini, kendilerini ve daha bilmedikleri nice şeyleri çift çift yaratan Allah her türlü eksiklikten uzaktır. |
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الَّيْلُۚ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَاِذَا هُمْ مُظْلِمُونَۙ Ve âyetun lehumulleyu neslehu minhunnehâre fe izâhum muzlimûn | ٣٧ | 37 | Gece de onlar için açık bir kanıttır. Gündüzü ondan çekip alırız da karanlıkta kalıverirler. |
وَالشَّمْسُ تَجْر۪ي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۜ Veşşemsu tecrî limustekarrin lehâ zâlike takdîrul azîzil alîm | ٣٨ | 38 | Güneş kendisine ait yerleşik bir düzene göre (yörüngesinde) akıp gider. Bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir. |
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ Velkamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm | ٣٩ | 39 | Ay için de menziller belirledik; sonunda o, hurma salkımının (ağaçta kalan) yıllanmış sapı gibi olur. |
لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ Leşşemsû yenbegî lehâ en tudrikel kamere velelleylu sâbikunnehâr ve kullun fî felekin yesbehûn | ٤٠ | 40 | Ne güneşin aya yetişip çatması uygundur ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gider. |
وَاٰيَةٌ لَهُمْ اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ Ve âyetul lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fil fulkil meşhûn | ٤١ | 41-42 | Onları ve nesillerini yüklü gemide taşımamız ve binecekleri benzer araçlar yaratmamız da kendileri için açık bir kanıttır. |
وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِه۪ مَا يَرْكَبُونَ Ve halâknâ lehum min mislihî mâ yarkebûn | ٤٢ | ||
وَاِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ Ve in neşe' nugrıkhum felâ sarîha lehum velâhum yunkazûn | ٤٣ | 43 | Dilesek onları suda boğarız, kimse de onların yardımına koşamaz ve artık kurtarılamazlar. |
اِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ İllâ rahmeten minnâ ve metâan ilâ hîn | ٤٤ | 44 | Ama tarafımızdan bir rahmet ve belli zamana kadar faydalanma fırsatı vermemiz başkadır. |
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ Ve izâ kîle lehumuttekû mâ beyne eydîkum vemâ halfekum leallekum turhamûn | ٤٥ | 45 | Onlara "Önünüzdekinden ve ardınızdakinden sakının ki rahmet göresiniz" dendiğinde (aldırış etmezler). |
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ Vemâ te'tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ mu'ridîn | ٤٦ | 46 | Onlara rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmeyedursun, illâ da ondan yüz çevirirler. |
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ Ve izâ kîle lehum enfikû mim mâ rezakakumullâhu, kâlellezîne keferû, lillezîne âmenû enut'ımu menlev yeşâullâhu et'ameh, in entum illâ fî dalâlin mubîn | ٤٧ | 47 | Onlara, "Allah'ın size verdiği rızıktan başkaları için de harcayın" dendiğinde, inkârcılar müminlere derler ki: "Dilese Allah'ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz! Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz." |
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ Ve yekûlûne metâ hâzel va'du in kuntum sâdikîn | ٤٨ | 48 | Ve şöyle derler: "Şayet gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit hani ne zaman gerçekleşecek?" |
مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ Mâ yenzurûne illâ sayhaten vâhideten te'huzuhum vehum yehissimûn | ٤٩ | 49 | Onlar, besbelli ki, birbirleriyle uğraşırken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar! |
فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ تَوْصِيَةً وَلَٓا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ۟ Felâ yestetîûne tavsıyeten velâ ilâ ehlihim yerciûn | ٥٠ | 50 | İşte o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilecekler ne de ailelerine dönebilecekler. |
وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلٰى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ Ve nufiha fîssûri feizâhum minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn | ٥١ | 51 | Sûra üflenmiştir. Artık onlar kabirlerinden kalkıp rablerine doğru koşmaktadırlar. |
قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَ۔اۢ هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ Kâlû yâ veylenâ men beasena min merkadina hâzâ mâ veaderrahmânu ve sadekal murselûn | ٥٢ | 52 | Derler ki: "Vay başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmânın vaad ettiği işte bu! Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!" |
اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ İn kânet illâ sayhaten vâhideten feizâ hum cemî'un ledeynâ muhdarûn | ٥٣ | 53 | Olup biten yalnızca bir ses! Ama ardından onların tamamı, birden toplanmış olarak işte huzurumuzdalar. |
فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Felyevme lâ tuzlemu nefsun şeyen velâ tuczevne illâ mâ kuntum tâ'melûn | ٥٤ | 54 | Bugün hiç kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmaz. Sadece yapıp ettiklerinizin karşılığını görürsünüz. |
اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ ف۪ي شُغُلٍ فَاكِهُونَۚ İnne ashâbel cennetil yevme fîşuğulin fâkihûn | ٥٥ | 55 | O gün cennetlikler safa sürmekle meşguldürler. |
هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ ف۪ي ظِلَالٍ عَلَى الْاَرَٓائِكِ مُتَّكِؤُ۫نَ Hum ve ezvâcuhum fî zılâlin alel erâiki muttekiûn | ٥٦ | 56 | Kendileri ve eşleri gölgelik yerlerde, tahtlarına kurulacaklar. |
لَهُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ Lehum fîhâ fâkihetun ve lehum mâ yeddeûn | ٥٧ | 57 | Orada onlar için her tür meyve vardır ve bütün istekleri yerine getirilir. |
سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ Selâmun kavlen min rabbin rahîm | ٥٨ | 58 | Engin merhamet sahibi rabden gelen söz şu olacak: "Selâm size!" |
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ Vemtâzul yevme eyyuhel mucrimûn | ٥٩ | 59 | Ve "Ey günahkârlar! Siz bugün şöyle ayrılın!" (denir). |
اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ Elem a'hed ileykum yâ benî âdeme en lâ tâ'buduşşeytân innehû lekum aduvvun mubîn | ٦٠ | 60-61 | Ey Âdemoğulları! Size "Şeytana kulluk etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır; bana kulluk edin, doğru yol budur" dememiş miydim? |
وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ Ve enî'budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm | ٦١ | ||
وَلَقَدْ اَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلاًّ كَث۪يراًۜ اَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ Ve lekad edalle minkum cibillen kesîran efelem tekûnû ta'kılûn | ٦٢ | 62 | Nitekim o şeytan sizden nicelerini saptırdı. Hiç aklınızı kullanmıyor muydunuz! |
هٰذِه۪ جَهَنَّمُ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ Hâzihî cehennemulletî kuntum tûadûn | ٦٣ | 63 | İşte size bildirilen cehennem bu! |
اِصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ lslevhel yevme bimâ kuntum tekfurûn | ٦٤ | 64 | İnkârcılıkta ısrar etmenize karşılık girin oraya! |
اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ Elyevme nahtimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedu erculuhum bimâ kânû yeksibûn | ٦٥ | 65 | O gün onların ağızlarını mühürleriz; yapmış olduklarını elleri bize anlatır, ayakları da tanıklık eder. |
وَلَوْ نَشَٓاءُ لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ Velev neşâu letamesnâ alâ a'yunihim festebekus sırâta fe ennâ yubsirûn | ٦٦ | 66 | Dilesek (dünyada da) gözlerini büsbütün kör ederdik de yolu bulmak için çabalayıp dururlardı; ama o takdirde nasıl görebileceklerdi ki? |
وَلَوْ نَشَٓاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ وَلَا يَرْجِعُونَ۟ Velev neşâu lemesahnâhum alâ mekânetihim femestetâû mudıyyev velâ yerciûn | ٦٧ | 67 | Yine dilesek oldukları yerde onların mahiyetlerini değiştirirdik de (taş gibi) artık ne ileri gidebilirler ne de geri dönebilirlerdi. |
وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِۜ اَفَلَا يَعْقِلُونَ Ve men nuammirhu nunekkishu filhalkı, efelâ ya'kilûn | ٦٨ | 68 | Kime uzun ömür verirsek onu yaratılış çizgisinde tersine çeviririz. Hiç düşünmezler mi! |
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُب۪ينٌۙ Ve mâ allemnâhuşşi'ra vemâ yenbegî leh in huve illâ zikrun ve kur'ânun mubîn | ٦٩ | 69 | Biz ona şiir öğretmedik; zaten ona yaraşmazdı da. Ona vahyedilen, ancak bir öğüt ve apaçık Kur'an'dır. |
لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَياًّ وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِر۪ينَ Liyunzira men kâne hayyen ve yehıkkal kavlu alel kâfirîn | ٧٠ | 70 | Diri olanları uyarsın ve inkârcılar hakkındaki o söz (ceza) gerçekleşsin diye (gönderilmiştir). |
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا اَنْعَاماً فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ Evelem yerav ennâ halaknâ lehum mimmâ amilet eydîna en âmen fehum lehâ mâlikûn | ٧١ | 71 | Görmezler mi ki kendi kudretimizin eserlerinden olmak üzere onlar için sahip oldukları nice hayvanlar yarattık. |
وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ Ve zellelnâhâ lehum feminhâ rekûbuhum ve minhâ ye'kulûn | ٧٢ | 72 | Bunları kendilerine boyun eğdirdik ki bir kısmı binekleridir, bir kısmını da yerler. |
وَلَهُمْ ف۪يهَا مَنَافِـعُ وَمَشَارِبُۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ Ve lehum fîhâ menâfiu ve meşâribu efelâ yeşkurûn | ٧٣ | 73 | Bunlarda kendileri için içecekler ve başkaca yararlar da vardır. Hâlâ şükretmeyecekler mi? |
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَۜ Vettehazû min dûnillâhi âliheten leallehum yunsarûn | ٧٤ | 74 | Onlar yardım göreceklerini umarak Allah'tan başka tanrılar edindiler. |
لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَهُمْۙ وَهُمْ لَهُمْ جُنْدٌ مُحْضَرُونَ Lâ yestetîûne nasrahum ve hum lehum cundun muhdarûn | ٧٥ | 75 | Halbuki o sözde tanrılar kendilerine yardım edemezler, aksine kendileri onların hizmetindeki askerlerdir. |
فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ اِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ Felâ yahzunke kavluhum. İnnâ na'lemu mâ yusirrûne vemâ yu'linûn | ٧٦ | 76 | Onların sözleri seni üzmesin. Biz onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da elbette biliyoruz. |
اَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ Evelem yeral insânu ennâ halaknâhu min nutfetin feizâ huve hasîmun mubîn | ٧٧ | 77 | İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi? Oysa bak, şimdi o, açıktan açığa bize karşı duran biri olmuştur. |
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ قَالَ مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ Ve darebe lenâ meselen ve nesiye halkah kale men yuhyil izâme ve hiye ramîm | ٧٨ | 78 | Kendi yaratılışını unutup bize örnek getirmeye kalkışıyor ve "Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?" diyor. |
قُلْ يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ Kul yuhyihellezî enşeehâ evvele merrah ve huve bikulli halkın alîm | ٧٩ | 79 | De ki: "Onları ilk başta yaratmış olan diriltecek. O yaratmanın her türlüsünü bilir." |
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْاَخْضَرِ نَاراً فَاِذَٓا اَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ Ellezî ceale lekum mineşşeceril ahdari nâren feizâ entum minhu tûkidûn | ٨٠ | 80 | Yemyeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur; işte ondan yakıp durmaktasınız. |
اَوَلَيْسَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْۜ بَلٰى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ Eveleysellezî halakassemâvati vel arda bikâdirin alâ ey yahluka mislehum, belâ ve huvel hallâkul alîm | ٨١ | 81 | Gökleri ve yeri yaratan Allah onların benzerini yaratmaya kādir değil mi? Elbette öyledir. O eşsiz yaratıcıdır, her şeyi bilir. |
اِنَّـمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْـٔاً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ İnnema emruhû izâ erâde şey'en en yekûle lehû kun, feyekûn | ٨٢ | 82 | Bir şeyi istediğinde, O'nun buyruğu "ol!" demekten ibarettir; hemen oluverir. |
فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ Fesubhanellezî biyedihî melekûtu kulli şey'in ve ileyhi turceûn. | ٨٣ | 83 | Her şeyin egemenliği kendi elinde olan Allah bütün eksikliklerden uzaktır ve hepiniz sonunda O'na döndürüleceksiniz. |